Boğaziçi Üniversitesi’ne AKP’li “akıncı” bir sermaye gurusunun kayyum tarzı CEO olarak atanmasına karşı direniş sürüyor.
Burjuva faşist devlet iktidarı, Pazartesi günkü beklemediği kitlesellik ve militanlıktaki direnişle yediği çiziğe, beylik faşist refleksini vermekte gecikmedi.
Pazartesi gecesi ve ertesi sabah, çok sayıda öğrenci özel harekat polisleri tarafından evleri basılarak, kapıları kırılarak, duvarları yıkılarak gözaltına alındı. Gözaltına alınan öğrencilere çıplak arama dayatıldı.
Öğrencilerin Pazartesi günü Kuzey Kampüs’te yaptıkları 500 kişilik forumla aldıkları yeni eylem kararlarına karşı, İstanbul Valiliği Boğaziçi Üniversitesinin bağlı olduğu ve civar semt ve ilçelerde eylemleri yasakladı.
MHP şefi Bahçeli, Boğaziçi direnişçilerini hedef gösteren beylik faşist çemkirme tükürüklü salvolarından birini ortaya salladı:
“Menhus emeller… karanlık çevreler…tahrik kampanyası…ülkemizin sinir uçlarını tahriş ve tahrip eden mihraklar…toplumsal huzurumuzu bozanlar…kirli senaryo… kaos failleri… kargaşa figüranları… nifak sahnesi…milli ve manevi hassasiyetlere ters kör ideolojiler… emperyalizmin kurşun askerleri… başları ezilmelidir.”
Boğaziçi Üniversitesi’ne çıkan tüm yollar Sarıyer, Beşiktaş, Levent’ten başlayarak polis demir barierleri ile kapatıldı. Üniversitenin ana kampüslerinin bulunduğu Hisarüstü yüzlerce polis ve barier tarafından ablukaya alındı. Okul içine çok sayıda polis girdi. Okul içindeki yurtlarda kalan ya da okulda dersi, işi olan öğrenci ve öğretim üyelerine bile polis tarafından her adımda sayısız kez kimlik kontrolü, çanta araması uygulanmaya başlandı.
Bu abluka nedeniyle Boğaziçi Dayanışması bugünkü eylemi Kadıköy’e aldı. Ancak Boğaziçi’nde eylem ve direniş de ihmal edilmedi. Güney Kampuste bulunan az sayıda öğrenci gün boyu kayyumu hicveden (Metallica dansı gibi) eylemler yaptı. Öğle saatlerinde birkaç yüz öğrenci Rektörlük binasının önünde toplanıp Melih Bulu’yu protesto etti. Ardından Güney Kampusun aşağı kapısından (Arnavutköy) topluca çıkıp sloganlarla Beşiktaş’a kadar yürüyüş yapıp, oradan Kadıköy’deki eylem alanına gitti.
Kadıköy’deki mitinge, Boğaziçi öğrencileri, öğretim üyeleri, mezunlarının yanısıra dayanışma için gelenlerle, 5 bine yakın kişi katıldı. Polis saldırısı, gaz, gözaltı riskinin az olmadığı bir eylem için fena sayılmayacak bir rakam. Durmaksızın artan ve büyüyen saldırılara karşı direnişin, sokakların, alanların kitlelerin öncü kesimlerinden başlayarak meşruluğunun da arttığını ve yaygınlaşma eğilimini gösteriyor. Bunda kuşkusuz Pazartesi günkü eylemlerin güç ve yankısının yarattığı etki ve motivasyonun da önemli payı var.
Kadıköy’deki mitingte Boğaziçi dayanışmasının ortak açıklaması bir Boğaziçi öğrencisi tarafından okundu:
“Bugün 6 Ocak Çarşamba. Çevrimiz polislerle dolu ve gözaltına alınan arkadaşlarımız yanımızda değil. Şimdi yeniden, üniversitemize atanan kayyumu kabul etmediğimizi dillendirmek için öğrencilerden emekçilere, mezunlardan akademisyenlere ve demokratik kitle örgütlerine kadar hep beraber buradayız ve söyleyeceklerimiz var!
Kayyum rektör Melih Bulu’nun canlı yayındaki iddialarının aksine, biz burada Boğaziçi Üniversitesi’nin azınlığını değil ta kendisini temsil ediyoruz! Biz Boğaziçi Üniversitesi’nin bileşenleri olarak kayyum rektör atamasına karşıyız. Kayyum politikalarının bizi hep kötüye götüreceğini biliyoruz, alışmayacağız, kabullenmeyeceğiz!
Bilinsin ki; yalnızca Boğaziçi’nden ibaret değiliz, tüm öğrencilerin ve ülkenin bütününün, yani İstanbul Sözleşmesi uygulansın diyen kadınların ve LGBTİ+’ların, Boğaziçi Üniversitesi’nin önünde direnen Bimeks işçilerinin ve bilumum emekçi ve ezilenlerinin demokratik taleplerini dile getirmek için buradayız. Boğaziçi gerçekliğinin ülke gerçekliğinden kopuk olmadığının bilincindeyiz. Çünkü biliyoruz ki yalnızca üniversiteler değil, hem STK’lar hem belediyeler bu taleplerimizi dile getirdiğimiz en temel alanlardan biri olan üniversitemizde ise kayyum atamaları üniversitelerimizin özerkliğini yok etmekte dolayısıyla ülkemizin geleceğini büyük bir tehdit altında bırakmaktadır. Bugün Devlet Bahçeli’nin söylediğinin aksine bizim için konu kapanmamıştır. Kayyumlara gidene kadar ve gözaltındaki arkadaşlarımız bırakılana kadar da konu kapanmayacaktır.
Bu noktada, demokratik alanları genişletmek için, birliğimizin ve direnişimizin verdiği güvenle sesleniyoruz:
1- Gözaltına alınan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.
2- Kayyum olarak atanan Melih Bulu ve tüm rektörler acilen istifa etsin.
3- Tüm üniversitelerdeki rektörlük için üniversite bileşenlerinin rızası gözetilerek demokratik seçimler düzenlensin.
Kayyumları kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.
Biliyoruz ki; kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”
Açıklamada Boğaziçi Üniversitesi önünde Boğaziçi Üniversitesi yönetiminde bulunan Bimeks patronuna karşı direniş yapan BİMEKS işçilerinin, kadın ve lgbti hareketlerinin, tüm işçi, emekçi ve ezilenlerin demokratik taleplerine vurgu yapılması önemlidir. (BİMEKS işçilerine de söz verilmiş olsaydı daha da anlamlı olurdu. Bu arada, Kadıköy İskele Meydanındaki Boğaziçi eylemiyle aynı saatlerde, Kadıköy Belediyesi önünde de TİS tıkanması nedeniyle 500 belediye işçisi eylem yaptı. Bazı işçilerin Boğaziçi eylemine katılmak istemi, Genel-İş ağaları tarafından engellendi. Belediye işçilerinden bir grup bile sendika önlükleriyle İskele eylemine katılabilseydi, işçi-öğrenci eylemlerinin birleşmesi, çok daha güçlendirici olabilirdi. Buna karşın, Boğaziçi eyleminde, bir grup öğrencinin açtığı “Boğaziçi’ni BİMEKS işçileri yönetsin” pankartı, son dönemlerin en anlamlı göstergelerinden biriydi.)
Diğer taraftan, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin demokratik taleplerine ve bu doğrultuda birleşik mücadelelerine vurgu önemlidir ama, bunun ne tür bir demokrasi, hangi sınıfın demokrasisi olacağı daha önemlidir. Çünkü burjuva demokrasisinden, bırakalım faşist rejimleri, en demokratik görünen kapitalist ülkelerde bile geriye pek bir şey kalmadı. Bu yalnızca çürüyen kapitalizmin kriz koşullarından, kitlelerin talep, isyan ve direnişlerini başka türlü kontrol edemez hale gelmesinden değil: Aynı zamanda, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, belediye, üniversite, devlet… her şeyin sermayeleştirilmesinden, şirketleştirilmesinden kaynaklanıyor.
Nitekim kayyum rektör (CEO) Melih Bulu, TV’de çıktığı programda, açıkça söylüyor: “Hiç bir şirkette genel müdürler (çalışanların-bn) seçimle gelmez.”
Bu basit bir dil sürçmesi değil. Zaten bir sermaye gurusu olan, ve AKP kadar Türkiye’nin en büyük sermaye kesimlerine ve uluslar arası sermayeye yakınlığıyla bilinen bu adam, üniversiteyi de bir şirket olarak görüyor ve daha derinlemesine bir şirket olarak işletmeyi hedefliyor. (Bulu, zaten atanır atanmaz yaptığı twiter açıklamasında, üniversiteyi “girişimcilik, verimlilik, performans, inovasyon, bilginin ticarileştirilmesi” çerçevesinde derinlemesine şirketleştirmeyi hedeflediğini açıkça ilan etmişti.)
Devletlerin de şirketleştiği, şirket gibi işletildiği neoliberal kapitalizmde, eski tarz burjuva liberal demokrasi de, rejimin faşist veya neoliberal demokrasi tipi olmasından bağımsız biçimde, buharlaşır. Eski biçimsel “vatandaşlık hakları” da bardak olur, geriye yalnızca durmaksızın daha derin sömürülecek ve yağmalanacak işgücü, ve en fazla müşteri olarak tanımlananlar kalır. “Girişimci üniversite” modelinde, yani üniversitenin şirketleştirilmesi durumunda da aynısı geçerlidir: Üniversite şirket, öğretim üyeleri ve öğrenciler, işgücü ve müşteri olarak tanımlanır, işlevleri sermaye karlılığını artırmak, maliyetleri minimize etmek olarak tanımlanır. Bu durumda, kapitalist bakış açısından, kapitalist şirketlerde çalışanların yönetim üzerinde, şirketin neyi ,ne kadar, nasıl, kimler için ürettiğinde hiç bir söz hakkı olmaması gibi, üniversite öğretim üyelerinin, öğrencilerinin, işçilerinin de bu üniversite de ne tür bilginin, öğretimin, araştırma-geliştirme vbnin nasıl ve kimler için üretildiğine (sermaye karlılığını artırma dışında) dair geriye kalmış son biçimsel özerklik kalıntılarının da kazınması hedefleniyor.
Bu aynı zamanda, üniversitenin tüm bileşenleri, olanakları, araç-gereci, mekanı ve zamanıyla birlikte özel mülkiyet ve sermaye ilan edilmesidir. Öyle ki, yarın Boğaziçi’nin o müthiş tarihi binaları, Boğaz manzarası, ağaçları, ormanları (daha önce ODTÜ koruluklarına yapıldığı gibi) betonlaştırıldığında, teknopark, turistik tesis filan yapıldığında, öğrenci ve öğretim üyelerinin buna karşı söz hakkı olmadığı, aynı gerekçeyle ilan edilecektir.
Sermayenin demokrasisi, bilimi, sanatı, doğayı (ya da onlardan geriye kalan son kırıntıları) katletme, işçileri öldürme, emeği -kafa emeği dahil- son sınırına kadar yağmalama özgürlüğüdür. Bizim, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin demokrasisi bu nedenle sermayenin demokrasisiyle, çünkü sermaye ve kar mantığıyla bağdaşmaz. Bu yüzden, faşist kayyum mantığına karşı burjuva biçimsel seçim demokrasisini savunmakla sınırlanamayız. Sermayeye ve sermayeleştirilmeye karşı mücadele etmeden, işçiler, işçileşen öğrenciler ve öğretim üyeleri, ezilenler için gerçek demokrasi mücadelesi veremeyiz.
Ve bu yüzden, “Boğaziçi’ni BİMEKS işçileri yönetsin” bir espri değidir. Üretim, emek, bilginin böylesine toplumsallaştığı ve artık çürüyen faşistleşen sermaye kabuğuna sığmadığı bir düzlemde, mücadele perspektifimiz bu olmalı: Yalnız kayyum rektör-CEO’lara değil, sermayeye ihtiyacımız yok! Tüm üretim araçları (bilgi üretim araçları dahil) işçilerin kolektif mülkiyeti olmalı ve sosyalist işçi konseyleri tarafından yönetilmeli. Üniversiteler, sermaye profesörleri tarafından değil, işçi, işçileşen öğrenci ve öğretim işçileri konseyleri tarafından yönetilmeli.